20 Nisan 2014 Pazar

Yalnızlık..



Böyle garip bir şey işte yalnızlık.. Odadan çıkmana izin versin diye kapı koluyla tokalaşırsın kimi zaman.. Sarılıp uyuduğun yastığına “günaydın” diyerek uyandığın sabahlarda anlarsın en çok yalnız olduğunu.. Ağladıkça gözünden sızan damlalar yetim kaldığında bir mendil bulmak için evi adımlarken, yalnızlık gölgen gibi yanındadır; kimi zaman ayak sesleri nabzına karışır.. Öyle şarkıdaki gibi “yollarına pusu kurup” beklemez.. Her ânın onla sarmaş dolaş geçer..

    Elini onun beline dolayıp arşınlarsın sokakları.. Nerede el ele gezen bir çift görsen ellerin utancından kaçacak delik arar ve nihâyet ceplerine saklanır.. Gözlerinse nâfile bakışlarını yere düşürür, başın öne eğik sürer gider yolculuğunun geri kalanı.. Ne zaman ki telefonun senden daha suskundur, o zaman anla ki olabildiğine yalnızsın.. An gelir, seni değil de yükleyeceğin paranın kokusunu seven o servis mesajlarına bile için için sevinirsin.. Her gelişlerinde yüreğin hızla atmaya başlar.. “Belki” diyerek açtığın telefonun ekranında gözle görülmeyen tek kelimelik bir sübliminal mesaj vardır aslında: Keşke…

    Canının sıkıntısına merhem olsun diye şöyle güzel bir çay demleyip boca edersin ince belli bardağa.. Güneşi arkasına alıp derin derin bakarsın.. “Heyt be!! Yâkut gibi parlıyor mübârek” dersin o berraklığa gururla bakarken.. Takdir gösteren bir kelime duymak en büyük arzundur ilk yudumu almadan hemen önce.. O anki sessizlik de tok ve gür bir sesle haykırır sana yalnız olduğunu.. Kapının çalışıyla irkilirsin.. Sonra geçmişte eksik bıraktığı birşeyleri tamamlamaya gelen birini bulacağını umarak açarsın kapıyı.. Karşına hiç tanımadığın bir yüz dikilir.. “E ne yâni, her tanıdık zâten bir zamanlar yabancı değil miydi?” diye bir züğürt tesellisi verirsin kendi kendine iç sesinle, derken o teselliyi de “boş beleş” diye etiketleyip bırakır kapıya kapıdaki yabancı.. Komşunun misâfiri olduğunu öğrenince için bulutlanır.. Bu kez beyninin içinde zil çalar.. Sorarsın: Kim o?? Ve cevap hem gecikmez hem de hiç sekmez: Yalnızlık…

    Kendi kendine kalınca ne ağlamanın ne de gülmenin tadı vardır.. İşte bundandır ki yüzüne hep ne idüğü belirsiz donuk bir ifâde yerleşir ve arsız misâfir gibi bir türlü kalkıp gitmek bilmez.. Ağlamalarına kıvılcımlar çakarken gülmelerine de dikenler batar.. En sevdiğin yemeğin bile tadı tuzu kaçar.. Bayıldığın o tatlı acı gelmeye başlar.. Hayrânı olduğun müziklerin kapı gıcırtısına mı, yoksa tahtaya kazınan tebeşir sesine mi daha çok benzediğine dâir derin tereddütlerin peydâ oluverir..

    “Orda biri mi var?” cümlesi artık senin için yalnızca paranoya göstergesidir.. En çok da sen bilirsin aslında orda hiçkimsenin olmadığını ve olamayacağını.. Gel zaman git zaman, kendi kendinle derin sohbetlere dalmaya başlarsın.. Ve bir yerden sonra bilemezsin; yalnızlık kötü insanlarla arana giren bir ödül müdür, yoksa iyi insanlarla aranı açan bir cezâ mı?